Kalbimi delip geçen bulutlar olmadı da değil hani güneşli havada. Zaten benim kalbim yağmurlu havaların kalbidir. Herkesin dip bucak kaçtığı kara kara bulutlarla dost olur da, güneşin parıltısıyla bir türlü barışamaz. Herkesleşme, derdi hep bir sevdiğim küçükken.
“herkesleşme”
Neydi ki bu kelimenin manası? Hiç bilmezdim o zamanlar. Pek de çabalamamışım öğrenmeye, komik bir kelime olarak kazınmış zihnime. Herkesleşenleri görene kadar. Kalbim hızla kanat çırparken dik yamaçta yere çakılana kadar. Vadedilmiş en güzel hislerin bir kağıt gibi buruşturulabileceğini görene kadar. Acı kelimesinin sadece acı biberden gelmediğini anlayana kadar. Söz misali özel misafiri olduğunu sandığın kalbin Tanrı misafiri olduğunu öğrenene kadar. Hep bir yere ‘kadar’ işte. Sonlu ömrümde sonsuz hislerin yersizliğini anlayana kadar. Sonbaharda dallarından dökülen yaprakların arkasından bakan yaprakların bükük boynunu görene kadar. Kalbinin en nadide köşesinde tuttuğunu hiç bilmezken son kez gördüğünü anladığın ana kadar. Şu kısacık ömrüme ‘iyi ki’lerden çok ‘kadar’lar sığdırdığımı fark edene kadar.
Yaşamışım işte. Bir kelimenin komiklik diyarının kıyısından geçmemiş, bambaşka bir diyarın en kıdemli yerlisi olduğunu anlatana kadar yaşattı hayat bana. Şimdi soruyorum; “herkesleşmediğim” için mi kaçar kalbim güneşli havadan? Bunun için midir kara bulutların dostluğu?
Kim bilir, bir ihtimal.