İstanbul’u yazmakla anlatmakla bitiremezsin, ama ben bugün Eminönü’nü anlatmak istiyorum size dilim döndüğünce.
Bugün hafta sonu olduğu için işlere biraz ara verelim dedik. Ne yapalım nereye gidelim derken, hadi şöyle bir Eminönü turu yapalımbugünde böyle olsun düşüncesi ile yola çıktık. Ulaşım sıkıntısı yaşamadan kısa sayılabilecek bir sürede Eminönü’ne varmıştık bile, bu kaçıncı gelişimdi hatırlamıyorum ama yabancısı değildim fakat bunu ilk olarak yazıya dökmek istedim.
Eminönü buram, buram tarih kokan bir yer. Tarihi camisi, camisi ile bütünleşmiş güvercinleri, güvercinler için yem satanları, tarihi balıkçıları, lokantaları, tatlıcıları, say, say bitiremezsin, kuru kahveci Mehmet efendinin olduğu sokaktan başladık turumuza her zaman olduğu gibi değişmeyen bir görüntü kahvecinin önünde uzun uzaya bir kuyruk ama o kahve kokusu içinde çekilir bu kuyruk çilesi diyor oradan uzaklaşıyoruz.
Eminönü çarşısına daldığımızda küçük büyük yüzlerce dükkan gözümüze çarpıyor, açılış tarihlerini tek, tek sormasak’ta görünüşe bakılırsa çoğu uzun yıllardır oradalar ve hatta babadan oğlu geçen dükkanlar bile var. Hediyelik eşyalar, genç kızlar için çeyizler, giyim, takı, teknoloji ne arasanız var yani. Birde seyyar satıcılar var ki her köşe başında görüyorsunuz, öyle kıvır zıvır şeyler satıyorlar ki hadi canım daha nesi buda mı varmış diyorsun şaşkınlığını gizleyemiyorsunuz.
Merak ettiniz değil mi?
İşte onlardan bazıları aklımızda kalanlar yani, Birkaç tel ile yapılan başınız için masaj aleti, bayanların hayatını kolaylaştıracak yaprak dolma makinesi, yine bayanlar için taşınabilir hatta cebe sığabilen dikiş makinesi, anahtarlık ve çakmaklarda devrim yapmışlar sırf ilgi çekmek için yangın söndürme tüpü şeklinde çakmaklar, milyon dolarlık araba markalarının anahtarları hem çakmak hem anahtarlık anlarsınız ya, daha neler var neler saatler yetmez anlatmaya.
Şura senin, bura benim derken saatler su gibi akıp geçmişti, akşam olmak üzereydi Eminönü’ne gelip de balık ekmek yemeden olur mu hiç, istikamet doğru balık ekmek yemeye, birazda hafta sonu olduğu için sanırım balık ekmek kuyruğu almış başını gitmiş, Olsun dedik buraya kadar gelmişiz yemeden gidersek olur mu hiç dedik ve biraz bekledik sonra balık ekmek yanında bardakta turşu da çok güzel gidiyor, üzerine birde Osmanlı tatlısı, yemek faslını böylece kapatmış olduk.
Bir kenarda oturup gün batımını izlerken birde uzaktan baktık Eminönü’ne müthiş bir kalabalık neredeyse her gün aynı kalabalığı görmek mümkün burada, her milletten insanı aynı anda görebilirsiniz, Arap, Çinli, Alman, Suriyeli, ve daha niceleri adeta insan karması diyebiliriz o kadar renkli bir simaya sahiptir Eminönü.
Artık akşam olmuş eve geri dönüş için hazırlıklar başlamıştı. Galata köprüsünde tur atmadan olmazdı değil mi? Köprü boydan boya balıkçılarla dolu herkes oltalarını atmış denize nasibini beklemekte beklerken de gözleri uzakta bir yerlere dalmaktadır, oltaya balık vurunca kendine gelen balıkçılar olta dolu gelirse sevinirler, boş gelirse hadi bismillah der yeniden oltalarını sallayıverirler denize.
Galata köprüsünde yürürken öyle şeylere denk geldik ki insanlar para kazanmak için ne fikirler bulmuşlar ticari zeka bu olsa gerek. Şut çek tahtaları devir 20 TL, su şişlerini devir şu hediyeyi kap, daha neler görürüz acaba diyerek yola devam ettik. Küçük bir kızın çaldığı darbuka ile kulaklarımızın pası silinirken, sıcak, sıcak akşam simidi diye bağıran simitçinin sesi ile kendimize geldik, akşam olmuş Eminönü’nde pazar turunun sonuna gelmişti.
Evet dostlar hayatımda bir anı olarak kalacak bu güzel günü çok sevdiğim bir arkadaşımla beraber tamamlamıştık. Eminönü hakkında herkes yazmıştır bir şeyler buda benim yazım umarım beğenirsiniz.
Şunu söylemeliyim ki Eminönü İstanbul’un kalbi diyebiliriz, yazacak anlatacak o kadar çok şey var ki benim yazdıklarım denizde bir damla.
Umarım bir gün yolunuz Eminönü’ne düşer bu güzellikleri sizlerde yaşama şansı bulursunuz..